9 Aralık 2014 Salı

Otun ete dönüşmesi

Otun Ete Dönüşmesi

Değişen dünya şartlarında hayvancılık ihtiyaç olmanın yanında, ekonomik bir sektör hâline de gelmiştir. Her ne kadar hayvanlara verilen yemler çeşitli katkı maddeleriyle zenginleştirilmiş olsa da, besinlerinin büyük bir bölümünü ot ve saman oluşturur. Bunların yapısı da büyük ölçüde selüloz ve ligninden oluşur. Selülozu sindirebilecek enzim, insan ve hayvanlarda bulunmamaktadır. Peki, besin kaynağı ot olan bu hayvanların hayatı nasıl bir sindirim sistemiyle devam etmektedir?

Et ve süt fabrikası olarak yaratılan sığır, koyun, keçi gibi geviş getiren hayvanlar (ruminantlar), Rezzakiyetin bir tezahürü olarak insanoğlunun emrine verilmiştir. Geviş getiren hayvanların mideleri, sırasıyla işkembe (rumen), börkenek (retikulum), kırkbayır (omasum) ve şirden (abomasum) olarak adlandırılan dört bölümden yaratılmıştır. İlk iki bölümde besin depolanmakta, fermante edilmekte ve bu canlıların sindirim sisteminde yaşayan mikroorganizmaların (bakteri, protozoa ve mantarlar) tornasından geçirilmektedir. Kırkbayırda ise besinler, laminae omasi denen yaprak şekilli yapıların arasında mekanik parçalanma işlemine tâbi tutulur. 

Geviş getiren hayvanların yediği kaba yemler, sür'atle işkembelerine gider. Besinler geviş getirme denen, işkembe muhteviyatının lokmalar halinde tekrar ağza getirilip iyice çiğnenerek yutulması sürecinden sonra, mikroorganizma ve enzimler tarafından parçalanır. Besinin tam sindirilebilmesi için geviş getirilmesi gerekmektedir. Geviş getirme, bu canlıların günlük ortalama 7–11 saatlerini alır. Geviş, daha çok, dinlenme sırasında yapılır. 

Simbiyotik bir tarzda hayatlarını idame ettiren bu mikroorganizmalara; selülozun parçalanmasının yanında, karbonhidrat, bazı organik asitler, amonyak ve mineral maddelerden protein ve B vitamini gibi hayat için gerekli ana bileşenler sentez ettirilir. İşkembede cereyan eden faaliyetlerde en mühim rol, mikroorganizmalara verilmiştir. Bu bakteriler kimya ve biyoloji kanunlarını bilmedikleri hâlde, rollerini milyonlarca yıldır hiç aksatmadan îfa etmektedirler. Bir mililitre işkembe sıvısında ortalama 16 milyar bakteri bulunur. Fakat yavru dünyaya geldiğinde, sindirim sisteminde mikroorganizma bulunmaz. Mikroorganizma topluluğunun oluşumunu başlatan en önemli faktör, yavrunun beraber bulunduğu erişkinlerdir. Annenin ağız yöresi ve yaladığı yemler, mikroorganizmalarca zengindir. Bakteriler uzun süre dış ortamda yaşayabilir ve hava akımlarıyla uzaklara yayılabilirken, protozoonların böyle bir özelliği yoktur. Yavru, 9–13 haftalık olduğunda bir mililitre işkembe sıvısında erişkinlerdeki mikroorganizma sayısına ulaşılır. İşkembe bakterilerinin çoğu, gelişmeleri için CO2'e muhtaçtır. Bakteri türleri arasında da simbiyotik bir münasebet vardır. Meselâ; işkembede B1 vitamini sentezlenebilmesi için en az iki bakteri türünün karşılıklı yardımlaşması gerekir. Bilhassa selülolitik bakteriler, selülozu, salgıladıkları selülaz enzimiyle parçalayarak değerlendirilmesini sağlamış olurlar. 

İşkembede yaşayan başka bir topluluk da, protozoonlardır. Bir mililitre işkembe sıvısında ortalama 100 bin ile 1 milyon arasında protozoon bulunur. Değişik türleri bulunan bu canlılar sayı olarak bakterilerden az olmalarına karşın, hacimce bakterilerden binlerce kat daha büyüktür. Gelişmeleri için bakterilere muhtaç olan protozoonlar, bakterileri yutarak aminoasit ve nükleik asit hammaddesi olarak kullanır ve nükleotid yaparlar. Protozoonların karbonhidratları depo etme özellikleri de vardır. Bu durum karbonhidratça fakir yemle beslenme sırasında bu canlılar için çok büyük önem taşır. Selüloz sindiriminde ikinci derecede rol alan protozoonlar bakterilere yardımcı olur. Protozoonlar hayatlarını tamamlayınca, sindirim kanalının daha ileri kısımlarında sindirilerek, protein kaynağı olarak kullanılırlar. Canlıyken bir protein fabrikası gibi çalışan bu canlıların ölüleri de değerlendirilerek hayvana protein rezervi olur. İşkembe mikroorganizmaları ile üzerinde yaşadığı canlı arasındaki karşılıklı yardımlaşma hayatın mücadeleye değil yardımlaşmaya dayandığını gösterir. 

İşkembe mikroorganizmalarının başka bir grubu da mantarlardır. Oksijenli ortamda yaşayan bu canlılar, işkembe ortamındaki oksijeni tüketerek anaerobik olan (oksijensiz ortam) işkembe ortamının istikrarlı hâlinin devamlılığına vesile olurlar. İşkembe mantarları, salgıladıkları enzimlerle proteinlerin yapıtaşı olan aminoasitleri üre ve amonyaktan sentezleyebilirler. Ayrıca B vitamini sentezi de yaparlar. Sentezlenen vitaminler K, B1, B2, pridoksin (B6), pantotenik asit (B5), folik asit (B9) ve B12'dir. Bunların eksikliği diğer canlılarda görülebilirken geviş getiren hayvanlarda görülmez. Bu mantarlar azaldığında, ortamın oksijen yoğunluğunun artması neticesi, anaerobik olan bakterilerin yaşama ve üremeleri aksamakta, dolayısıyla selüloz daha az sindirilmektedir. Bitki kuru maddesinin % 20-40'ını oluşturan ve enerji kaynağı olan selüloz sindirilemediğinde, enerji metabolizmasının bozulması neticesi hayvanda ciddi sağlık problemleri baş gösterir. İşkembe bakterilerinin sayıları azaldığında, bakterileri nükleotid ve aminoasit kaynağı olarak kullanan protozoonlar bu durumdan menfi tesir görür ve görevlerini tam olarak îfa edemezler.

Her şeyi ince bir hesaba göre yaratan Hâkim-i Mutlak (celle celâluhu), geviş getiren hayvanları otla rızıklandırmakta, sindirim faaliyeti sırasında bunları gözle görülmeyen mikroorganizmalarla hayvan için faydalı hâle dönüştürmektedir.
ALINTI YAZI(EMİN ŞENOĞLU)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder