14 Ekim 2014 Salı
YÜRÜYEN HÜCRELER
İnsan vücudunda her yapı ve işleyen her sistem mükemmeldir. İnsan; sistem sistem, organ organ ve hücre hücre ele alındığında da bu mükemmelliğin kaybolmadığı görülür. Hücreleri oluşturan su, gen, protein, yağ, karbonhidrat gibi daha küçük bileşenlerin ve onları oluşturan atomların da kusursuz işletildiğini görürüz. Aslında bu atomlar; taş ve toprak gibi cansızların içinde bulunan atomlardan farklı değildir. Meselâ toprak ve suda bulunan elementler, çok önemli hastalıklardan kişiyi uzak tutmakla vazifelidir. Burada aklımıza hemen şu soru gelmektedir: Peki o zaman niçin hastalık ve ölüm var? Madem sistem parçadan bütüne kusursuz işletiliyor, o zaman neden bozuluyor ve tedavi edilmezse, dağılıp tekrar toprak oluyor? Burada şunu net olarak söylemek mümkündür ki, hayatı veren ve hayatı anbean yaratan kim ise; hastalık ve bozulmaları da O yaratmaktadır. İnsan ölümlü bir varlık olarak yaratıldığından, hastalıklardan ve en sonunda da ölümden kurtulamamaktadır. Vücutta yaratma ve yok etme işlemi anbean olmaktadır. Burada an diye ifade ettiğimiz zaman biriminin küçüklüğünü ifade etmek mümkün değildir. O zaman daha açık söylersek, Allah; insana, insanı oluşturan sistemlere, organlara, hücrelere ve hücreleri oluşturan bütün ince yapılara, atomlara, atomların parçalarına sürekli müdahale etmektedir
İnsan vücudundaki şaşırtıcı mekanizmalardan biri, hücrelerin yürümesi veya yürütülmesi hâdisesidir (Şekil 1). Bu yürütülme mekanizması, en mükemmel şekilde, savunma hücreleri olan akyuvarlarda ortaya çıkmaktadır. Kanda sürekli dolaşan akyuvarlardan ikisi, nötrofil ve monositlerdir. Bu hücreler, kemik iliğinde üretilir. En başta bu hücrelerin kemik iliğinden kan kılcal damarlarına geçmeleri gerekmektedir. Kılcal damarların delikleri bu hücrelerin büyüklüklerinden onlarca kat daha küçüktür (Şekil-1a). Hücreler önce kılcal damarın deliklerine tutunur (Şekil-1b); daha sonra hücrenin tutunduğu kılcal damar duvarının karşı tarafında bir tomurcuk oluşur (Şekil-1b). Hücreyi bir balona benzetirsek, bunu balonun iğne ucu şeklinde bir çıkıntısı olarak kabul edebiliriz. Şimdi balonun kalan kısmının bu iğne ucu büyüklüğündeki delikten geçirilmesi gereklidir. Çıkıntı bir bütün olarak ilerletilmeye çalışılsa, bu mümkün olmaz. Bunun yerine hücrenin sadece zarı, az itilerek tomurcuk yavaş bir şekilde büyütülür. Âdeta hücre ortadan ikiye boğumlanmış, iki ayrı keseden ibaret hâle gelir (Şekil-1b). Bir taraftaki kese gittikçe büyümekte, bir taraftaki kese de gittikçe küçülmektedir (Şekil-1c). Böylece hücre, damara geçmiş olur (Şekil-1d).
Bu şekilde kemik iliğinden kana geçen akyuvarlar, kanda dolaşarak vücudun tamamını tarar. Kan damarlarında dolaşırken bir dokuda mikrop istilâsı varsa, damarın dışına çıkması gereklidir. Mikrop istilâ bölgesinden bazı kimyevî maddeler etrafa ve neticede kana yayılır. Bu maddelere kemotaktik maddeler denmektedir. Akyuvarın kemotaktik madde ile teması ona bir emirnâmedir. Akyuvar kemotaktik maddeden sanki emir almış gibi, damar duvarında bulunan bir deliğe tutunur. Ancak delik çok küçük olduğundan, yukarıda anlatılan işlem burada da gerçekleşir ve akyuvar hücresi kılcal damar duvarından dışarı çıkar.
Şimdi sıra, mikropla vücut hücreleri arasında devam eden savaş bölgesine yürümeye gelmiştir. Akyuvarlar kandan dokuya, yani hücrelerin arasına geçer ve hücrelerin arasında yürüyerek mikroba ulaşır, mikrobu fagositoz adı verilen mekanizmayla yutar ve parçalayarak öldürür. Yürüme bir taraftan yutma (endositoz) ve yutmanın tam zıt tarafından çıkarma (ekzositoz) ile yaptırılmaktadır.
Endositoz öncelikle büyük molekül veya bakteri, ölü hücre gibi çok büyük parçacıkların içeriye alınarak sindirildiği, parçalandığı bir mekanizmadır. Eğer büyük ve hücre zarından doğrudan içeri alınması mümkün olmayan proteinler içeri alınacaksa, buna pinositoz; ancak bakteri, parazit, ölü hücre kalıntıları veya virüslerle istila edilmiş hücreler yutulacaksa, buna da fagositoz denmektedir.
İster pinositoz ister fagositoz şeklinde olsun, yutma işleminde alınacak parçacık, önce hücre zarının dış yüzeyinde bulunan reseptörü ile birleşir. Birleşme, hücre için sinyal mânâsına gelir ve zarın hemen altında bulunan aktin-miyozin iplikçikleri kasılarak zarın o bölgesinde bir çukurlaşma meydana getirilir. Çukurun zar tarafı, birbirine yaklaştırılır ve çukur, âdeta bir kese hâline çevrilir. Kesenin ağzına yakın zar, birbirine temas ettirilir ve kese hücrenin zarından koparılır. Hücrenin içine kese şeklinde alınan zar, yutma işleminin tam zıt tarafından çıkarma işlemi neticesinde, tekrar hücrenin dış zarına iade edilmiş olur. Yutma esnasında zarın koparılması veya çıkarma esnasında zarın geri yamanması, tam bir yaratılış mucizesidir.
Bir hücre bir tarafa doğru yürütülecekse -ki bu genellikle mikropla savaşın devam ettiği doku bölgesine doğru olur- yürüme yönünde egzositoz, yürümenin zıt yönünde de endositoz ile hücrenin yürütülmesi sağlanmış olur. Burada bir problemle daha karşılaşırız. Yürüme yönünün zıt tarafındaki zardan koparılan içi sıvı ve madde dolu kesecik, hücrenin diğer tarafına doğru nasıl hareket ettirilmektedir. Bu bir hücre içi kesecik hareketidir. Yani hücrenin içinde bir başka odacığın yürütülmesi gerekmektedir. Bu hücre içi yürüme için yakın zamanlarda bir Türk bilim adamının keşfettiği insan şeklindeki proteinler görev yapmaktadır. Bu proteinlerin, keseciği yakalayan el ve bacaklara benzeyen çıkıntıları vardır. Sözkonusu proteinler insan gibi yürüyerek, keseciğin hücre içinde bir yönden diğer yöne taşınmasına vesile olur.
Keseciğin hücre içinde yürütülmesi esnasında, mitokondri, endoplazmik retikulum, golgi aygıtı, çekirdek ve lizozom gibi etrafı aynı zardan meydana getirilmiş organellere temas ettirilmemesi gereklidir. Organellere temas ederse, onlarla kaynaşır, hem organel zarar görür, hem de yürüme işi gerçekleşmez. Burada İstanbul üzerinde uçakların birbirine temas ettirilmeden hava meydanlarına indirilip kaldırılmasının zorlukları akla gelir. Hücre içinde salisenin binlere bölünmüş dilimleri içinde, bu keseciklerin binlercesi, bir uçtan diğer uca birbirleriyle ve diğer organellerle çarpıştırılmadan taşınmaktadır. Bu ne harika bir hâdisedir.
İlik naklinde mu'cize
İnsanoğlu, insan vücudunda cereyan eden yaratılış mu'cizelerini keşfettikçe, bunlardan tedavide faydalanma yollarına da gitmektedir. Bilindiği üzere, çeşitli kan ve lenf kanserlerinde kemik iliği nakli yapılmaktadır. İlik naklinde asıl olan, bir kişiden alınan kemik iliği dokusunun hastaya nakledilme hâdisesidir. Kemik iliğinden kök hücrelerini almak ve hastaya vermek ilk plânda kolay gibi görünür. Ancak kemik iliğine girerek nakil olmayacağından, bu işte de hücre yürütülmesinden faydalanılmaktadır. Kana kolaylıkla verilen kemik iliği kök hücreleri, kan ile vücudu dolaşırken, kemik iliğinden geçerken kılcal damar duvarına tutunur. Kök hücrelerin kandan kemik iliğine geçmesi insanı hayrete düşüren bir husustur. Bu devasa hücreler, kendilerinden çok küçük kılcal damar deliklerinden kemik iliğine geçmekte, orada kendisine oturacak bir mekan bulmakta, oraya yerleşmekte ve hemen faaliyetlerine başlayarak kişinin kanserden kurtulmasına vesile olmaktadır.
Netice olarak bu yürüyen(!) daha doğrusu yürütülen hücreler; tabiatta sel gibi akan, hemen dağılmaya müsait, akıllı ve şuurlu hareket etmesi mümkün olmayan atomlar ve onlardan teşekkül ettirilmiş moleküllerden ibarettir. Hücrelerdeki bu son derecede akıllı, şuurlu, mantıklı ve hayal edemeyeceğimiz derecede hızlı gerçekleştirilen mu'cizevî hareketler; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her şeyi yerli yerinde yapan bir Zât-ı Zülcelâl'i kör gözlere bile gösterir.
PROF.DR. ÖMER ARİFAĞAOĞLU(ALINTI YAZI)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder